05 Şubat 2016

İSTANBUL İSTANBUL - BURHAN SÖNMEZ












































































Burhan Sönmez benim için özel bir yazar. Varlığından uzun süredir haberim olan ilk kitabı Kuzeyle kendisini tanıyıp anlamaya başladığım ve saygı duyduğum Masumlarla geçmişimizde pek çok ortak nokta bulduğum  tanıştığımda ise bilgi birikimine doğallığına alçak gönüllülüğüne sıcaklığına  hayran kaldığım bir insan .

İstanbul İstanbul beni çok derinden etkiledi imza gününe gittiğimde kitabı henüz okumamıştım ve gelen çoğu insanın kitaptan çok etkilendim sözleri ile tam olarak neyi kastettiklerini anlamamıştım. Bir çok kitap okudum evet bir çoğundan etkilendim ama bu kitapta kalbim kahramanlarıyla birlikte attı acıyı onlarla bir hissettim onlar gibi soluğumu tuttum ve kitap bittiğinde hüzün tüm bedenimi ve ruhumu esir aldı. Kitap bittiğinde çala kalem yazdığım bir not :

Sanki içimdeki ne zaman oluştuğunu bilmediğim bazı kabuk tutmuş yaralar kanadı durmak bilmedi. Kitabı okuduktan sonra biliyorum bunlar körelmeye başlayan ve kendi hayatının etrafında pervane gibi döndüğünden göremediğim bilemediğim hayatların acısını ta içinde hissetmekti çok ağladım duygularım altüst oldu neden ağladığımı bilemedim insanlık ölüyor dedim insanlık....



'' Herkes İstanbul'un güzelliklerini anlatıyor  , kimse orada mutlu yaşamayı beceremiyordu. Belirsizlik , bencillik ve şiddet kentin güzelliğini örtüyordu. Kent , insanın dünyada aradığı güzelliğin ve bütünlüğün ifadesiydi. Tanrı çoktandır buna yetmiyordu.  İnsan kentte bir doğa örmeye gayret ediyor, o doğanın içinde kendini bulmak istiyordu . Tanrı da öyle yapmamış mıydı ? Kendi anlamını bulmak için yaratmamış mıydı ? Kendi anlamını bulmak için yaratmamış mıydı yeri, göğü ve insanı ? Çağlar geçti . İşler değişti. Kaos , Tanrı' yı dışarıya itmeye başladı. Dışarı itilmesi için bir içe gerek varsa , insan farkında olmadan yeni bir zaman kuruyordu. Melankoli de orada doğuyordu. İnsanın değil yeni zamana uyamayan tanrı'nın melankolisiydi bu. Onun Babil Kulesi'nden beri korktuğu şey gerçekleşiyordu.''
 
''Denizlerin ötesindeki bir kabilenin insanları , düşman tarafından kaçırılıp da pazarlarda esir olarak satılmasın diye çocuklarının yüzünü yaralar , kendi çocuklarını çirkinleştirirlermiş. Çocuklar böylece özgür kalırmış. Onların dilinde çirkinlik ile özgürlük aynı anlamda kullanılır, güzellik ile esaret aynı sözcükle ifade edilirmiş. İstanbullular da kentlerini yitirme korkusuyla yaşıyor , onun güzelliğini yok etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. yer üstünde ve yer altında acıya batıyor, kötülüğe sarılıyorlardı. Kenti çirkinleştirmeye özgürlük diyorlardı. Kötülüğün nihai amacının güzelliği parçalamak olduğunu görmüyorlardı. Ama İstanbul bunu seziyordu. İnsanların aptallığına karşı koyuyordu. Koca kent kendi başına direniyor , güzelliğini korumaya çalışıyordu.''

''Genç çocuklar bin bir hayal kuruyor ,okyanusun sisle kaplı sınırlarına yönelen gemiler gibi ileri atılıyor sonunda yelkenleri parçalanmış halde kıyıya vuruyorlardı. Bu kent ne zaman sevdi ki evlatlarını? Kime şefkat gösterdi ki? Böyle söylediğim bir gün oğlum , '' Baba '' demişti, '' bizim işimiz sevgi yaratmak değil , sevgiyi yaratmak. Bunun için çabalıyoruz.''

''İstanbullular, duvarlarına astıkları İstanbul tablolarını , her gün dolaştıkları sokaklardan  , yağmurlu çatılardan ve sahildeki çay bahçelerinden daha çok seviyorlardı. Rakı içiyor , efsane söylüyor, şiir okuyorlar, sonra duvarda asılı tablolara bakıp iç geçiriyorlardı. Başka bir kentte yaşadıklarını sanıyorlardı.''

''Bir kadının en büyük kötülüğü , daima sizden daha iyi olmasıdır.''

''Acı bedeni , korku ise ruhu esir alır ve insanlar bedenlerini kurtarmak için ruhlarını satarlar.''

''İnsan kendini ne kadar hazırlarsa hazırlasın , acıyı yaşadığı an zihni tutuluyordu. Acı nedeniyle zamanın akışı kesiliyor , gelecek duygusu yitiyordu. Gerçeklik yok oluyor , bütün evren, bedeninden ibaret hale geliyordu. Hep bu an kalacak , başka bir zamana geçilmeyecekti.... Ama neden şimdi , neden milyarlarca yıllık zaman içinde tam benim acı çektiğim zamandayız, diye düşünüyor, kendi kendime anlamsız sorular soruyordum.''

''İstanbul yeraltında yaşadığımız hücrelerle soluk alıyor , biz de göçüp gitmiş insanların kokusunu taşıyorduk. Zihnimizde eski kentlerin ve eski insanların kalıntısı vardı. Yükümüz ağırdı.Acı bu yüzden etimize şiddetle çarpıyordu.''

''İnsan iç geçirirken verdiği bir soluktan ibadettir.''

''Alay onun kutsal inancıdır kentte , kendisi gibi olmayanı küçümser.''

''Acının paylaşılmadığını aklınla bilmek başka , bedeninle öğrenmek başkaydı.''

''Bir kenti tanımak üç gün , bilmek ise üç kuşak alırmış. Tanımak ile bilmek arasındaki kalın surları aşmak zaman isterdi, anlık iş değildi.''

''Ayrılık , ümitlerin ötesinde bir şehirdir. Ne bir kuş , ne bir haber , ne de bir selam gelir.''


İyi Okumalar....




2 yorum:

sevgili günlük dedi ki...

Okudum, çok beğendim, bloguma yazdım :)

Esra Renkli Bir Hayat dedi ki...

Bakalım aynı şeylerimi hissettik:)